11 Aralık 2009 Cuma

TOMRİS HANIMA MEKTUPLAR - 26

YAŞAM SEVİNCİ ÜZERİNE

Sevgili Tomris Hanım,

Dün gece uzun yemek masasında karşımda oturuyordunuz. Yüzünüzdeki dolunay ışıltısı ve gri- yeşil gözlerinizdeki yaşam coşkusu ve neşe beni yıllarca geriye götürdü.
1982 yılının yazıydı. Mezun olmadan bir önceki yaz. Zorunlu hizmet yasası yeni çıkmış ve ilk olarak 1982 mezunları Anadolu’nun yolunu tutmuşlardı. Ve onlardan gelen haberler iç karartıcıydı. Erkeklerin çoğu yolu, suyu hatta elektriği olmayan köy sağlık ocaklarındaydılar.
Bir yıl sonra aynı kader bizi bekliyordu. Bu son yazımızı iyi değerlendirmeliydik.
Ağustos ayının son günlerinde sırt çantamızı hazırladık, çadırımızı yüklendik ve Üçkuyulardan bizi alacak kamyonu beklemeye koyulduk. Arkadaşım Fikret’in eniştesi Karaburun ilçesinin Parlak Köyünde Tarım Kredi Kooperatifinin müdürlüğünü yapmaktaydı.
Kababurunun ve Badem bükünün doğal güzelliğini ve bakirliğini anlata anlata bitiremiyordu.
Biz de tam zamanıdır diye Nazım Eniştenin İzmir’e malzeme almaya gelmesini fırsat bilerek çadırımızı, sırt çantamızı kamyona atıp, yolara vurduk.
Bugün Badem Büküne çadırımızı kurduğumuzun ikinci günü. Gecenin ilerlemiş saatleri. Günün tüm yorgunluğuna rağmen uykum yok, uyku tulumunda sırtüstü uzanmış gökyüzünü ve yıldızları seyrediyorum. Gökyüzünü hiç bu kadar net, yıldızlarıda bu kadar çok ve yakın görmemiştim. Milyonlarca göz kırpan minik kandil gibiydiler Gecenin sessizliğinde yalnızca dalgaların geniş kumsalı okşayan sesi ve dalgalarla yuvarlanan minik çakıl taşlarının sesi ile otları yiyen çekirgelerin çıtırtıları duyuluyordu. Her şey ve her yer huzur doluydu.
Benim kafamın içi ise huzursuzdu. Sabah erken saatlerde çevreyi keşfe çıktık, cami zeytinlerinin aralarından tepeye doğru tırmanmaya başladık. Hedefimiz 1922 yılında Rumların terk ettiği Sazak Köyü idi. Yol, iz kalmadığı için kendi çizdiğimiz ve doğanın bize gösterdiği yolu izliyorduk. Zaman zaman keçilerin bile tırmanmakta zorlanacağı yamaçların teraslandığını ve muntazam aralarla dikilmiş bağ kütüklerini görüyorduk İnsanlar yürümenin ve tırmanmanın bile neredeyse imkansız olduğu yerlere bağ dikmişler, eşeklerle buralara su taşıyıp sulamışlar üzüm yetiştirmişler, bu üzümlerden şarap yapmışlar, bağbozumlarında ve düğünlerinde içip, şarkılar söyleyip dans etmişler.. Muhtemel ki onların yüzü de seninki gibi ışıldıyordu ve gözleri yaşam coşkusu ile çakmak çakmaktı.
Oysa dün köyde gördüğüm yanık tenli kavruk yüzlü insanların gözlerinde bu neşe bu parıltı yoktu. Sanki bir şey gözlerindeki feri almış yerine hüznü ve bıkkınlığı koymuştu. Bir beklentileri yoktu yaşamdan. Günlük gailelerle boğuşuyorlar ve zamanı tüketiyorlardı. Bu bıkkınlıkla verimli bağları bile kaderine terk etmişlerdi. Ne olmuştu bu insanlara?
Bir yıl sonra Kars’ın Susuz ilçesi Yolboyu köyüne zorunlu hizmete giderken yanımda hüzün ve bıkkınlık yerine, o imkânsız sanılan yamaçlara bağ diken, üzüm ve şarap üreten insanların coşkusunu ve yaşam sevincini götürdüm ve valizimde nice güzel anılar ve dostluklarla geri döndüm.
İşte Tomris Hanım, dün gece senin gözlerinde gördüğüm pırıltılar beni yıllar öncesinin anılarına ve duygularına taşıdı. Dostlukla. Şubat 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder